Bu yılın sonuna doğru Partimizin on üçüncü kongresini yapacağız. İllegal iken 10 kongre yapmıştık. Bu ise legaliteye geçtiğimizden bu yana üçüncü kongremiz olacak.
Kongrelerin siyasi partilerin mücadelesindeki önemini uzun uzadıya anlatmaya gerek yok. Kısaca söylersek. Siyasi partilerin olmazsa olmazlarından olan kongreler, partilerin iki kongre arasında yaptıklarının değerlendirildiği ve geleceğe yönelik politika ve hedeflerin belirlendiği kurumlardır.
Çalışmalarımızla ilgili raporumuz kongreye sunulacak ve delege arkadaşlarımız değerlendirilecekler. Ben partimizin legaliteye çıktığı dönemdeki şartlara, bugüne kadar yaşanan siyasi gelişmelere kısaca değineceğim. Çünkü özellikle bizim gibi Kürdistani siyasi partilerin faaliyetlerini daha ziyade içinde bulunulan siyasi ortam ve gelişmeler belirliyor.
Onuncu Kongremizden bu yana
Onuncu Kongremiz 2014 yılında yapıldı. Kongremizin toplandığı dönemde Kürd sorunu sadece Türkiye’nin değil aynı zamanda Ortadoğu’unun siyasi gündeminde önemli bir yer tutuyordu. Kürdler (özellikle de Güney Kürdistan’daki ulusal yapı) mücadele ve fedakârlıkları sayesinde bölgedeki siyasi gelişmelerde dikkate alınan aktör haline gelmişlerdi. Bölgeye yönelik Kürdsüz denklem kurulamıyordu (Bugün de öyledir).
Türkiye’de ise Kürd sorunu düzenlenen konferans ve panellerde konuşuluyor, sorunun siyasal ve barışçıl çözümü daha yüksek sesle dile getiriliyordu. “Çözüm Süreci” ağır aksak da olsa devam ediyor, “Kürdistan” adı, Erdoğan ve hükümet yetkililerin ağzından düşmüyordu. Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani Diyarbekir’de “Kürdistan Başkanı” olarak karşılanıyor, çatışmasızlık ve nisbi demokratik ortamın yardımıyla kültürel etkinlikler ve sivil toplum örgütlenmesi yaygınlaşıyordu. Güney Kürdistan’daki Bağımsızlık Referandumu ve sonuçları tüm Kürdistan’da olduğu gibi Kuzey kürdistan’da büyük bir çoşku ve heyacan yaratmıştı.
Bu olumlu şartlar uzun sürmedi. Kuzey Kürdistan’da, önce çözüm sürecini mezara gömen “hendek savaşı” başladı. Kürd ulusal kurtuluş mücadelesine ve haklı davasına hiç bir katkısı olmayan, aksine büyük zararlar veren “hendek savaşı” süreci ve sonrasında Türk devleti kuruluş kodlarına döndü. Başta Sur, Nusaybin, Gever ve Cizre olmak üzere birçok Kürd yerleşim birimi yerle bir edildi, onbinlerce Kürd evsiz kaldı. Demokratik hak ve özgürlükler budandı, yurtseverler hedef tahtasına konuldu. Siyasi partiler ve sivil toplum örgütlerinin etkinlikleri yasaklandı, binlerce yurtsever insan sudan bahanelerle tutuklandı.
AK Parti hükümetinin kucağında ve desteği ile daha da büyüyen, her istemi hükümet tarafından yerine getirilen Fetullah Gülen Cemaati’nin başarısız darbe teşebbüsü hükümet için bulunmaz fırsatlar sundu. Darbe bahanesiyle Olağanüstü Hal ilan edildi, ülke Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile yönetilmeye başlandı. Darbe teşebbüsü sonrası çıkardığı “mill görüş” gömleğini tekrar giyen Erdoğan hükümeti, iktidarını sürdümek için MHP’yle, ulusalcılar ve İttihat Terakki’nin sürdürücüsü olan kesimlerle işbirliği yaptı.
KHK vasıtasıyla onbinlerce demokrat ve muhalif insan işinden edildi. Yüzlerce muhalif kurum, kuruluş ve derneğin kapısına kilit vuruldu, basın yayın organları kapatıldı. Valilerin birer padişah haline geldiği OHAL döneminde siyasi faaliyetler valiliklerce yasaklandı.
25 Eylül Bağımsızlık Referandum’undan kısa bir süre sonra Haşdi Şabi güçleri, ABD silahlarıyla ve ABD’nin gözleri önünde Güney Kürdistan’a saldırdı, Kerkük’ü işgal etti. Haşdi Şabi’nin Zaho ve Hewlêr’e yönelik askeri harekatı Pêşmerge güçlerinin direnişi sonucu engellendi. Kuşkusuz bu durum Referandum’un halk arasındı yarattığı heyecan ve coşkuyu önemli ölçüde etkiledi, moral bozukluğuna yol açtı.
Tüm bunlar yetmezmiş gibi, Türk ordusu değişik adlar altında düzenlediği askeri operasyonlar sonucu başta Afrin olmak üzere Batı Kürdistan’ın bir bölümünü işgal etti.
İşgal ettiği bölgelerde yaşayan Kürdleri, işbirlikçileri vasıtasıyla ata baba topraklarından atan, Kürdlere yönelik işlenen insanlık suçlarına karşı sessiz kalan devlet, tam bir işgalci gibi davranıyor ve Batı Kürdistan’ın demografik yapısını değiştirme politikasını uyguluyor.
Benzeri politikayı Güney Kürdistan’da da hayata geçirmek isteyen AK Parti iktidarı, PKK varlığı bahanesiyle Güney Kürdistan’a yönelik başlattığı saldırı ve işgal hareketini de sürdürüyor.
Partimiz legal alanda kurulduğunda yukarıda izah etmeye çalıştığım zorlu şartlarla yüz yüze geldi ve bu şartlar altında çalışmalarını başlattı.
Bu zorluklar yetmezmiş gibi, legale çıktıktan hemen sonra partimiz hakkında ismindeki “Kürdistan” kelimesi ve programındaki Kürdistan’a ilişkin çözüm önerileri nedeniyle kapatma davası açıldı.
Tüm bu zorluklara karşın gücümüz ve olanaklarımız ölçüsünde çalışmalarımızı yürüttük, Kuzey Kürdistan’daki siyasal gündeminin gerektiği görevleri, üye ve yöneticilerimizin fedkarlıklarıyla, ya tek başımıza ya da diğer yurtsever güçlerle birlikte yerine getirdik.
Bu gün geldiğimiz noktadan memnun değiliz ve daha ileri bir noktada olmayı hak ediyoruz. Bu durumda olmamızda elbette bizim eksikliklerimiz ve yetersizliklerimizin önemli rolü var. Ama kanımca temel neden irademiz dışında olan ve tüm Kürd siyasetini etkileyen şartlar, iktidarın anti demokratik baskıları, saldırgan Türk milliyetciliği ve işgalci politikalarıdır.
Üçüncü Kongreye giderken...
Üçüncü kongre öncesinde hazırlık babında bazı çalışmalarımız oldu. Bunların başında Kürdistan’daki sivil toplum kuruluşlarını, meslek odaları vb’lerini ziyaretimiz geliyor.
Yaklaşık bir yıl önce Dersim’den başlayan ve Urfa’da sona eren gezide bölgedeki etkin sivil toplum kuruluşlarını ziyaret ettik. Kürdistan’daki sorunlar ve sorunlara yönelik çözüm önerilerini dinledik, çözüm önerilerimizi kendileriyle paylaştık.
Bu gezimizin sonuçlarıyla ülkeden yaşanan siyasi gelişmeleri Kasım-2021 tarihinde Diyarbekir’de yaptığımız PSK İkinci Konferansı’nda değerlendirdik. Yaptığımız değerlendirmeleri ve çözüm önerilerimizi “Özgürlük, Demokrasi ve Barış İçin Acil Çözüm Çağrısı” adı altında yayınladığımız deklarasyonla kamuoyuna sunduk. Söz konusu deklarasyonumuzu, sivil toplum kuruluşlarıyla, Kürdistani ve sol partilerle, başta HDP, CHP ve SAADET Partisi olmak üzere birçok parti ile paylaştık.
Türkiye’de, tekçi, ırkçı, otoriter ve anti demokratik kuruluş felsefesinden kaynaklana çok yönlü (ekonomik, siyasal ve toplumsal) bir kriz yaşandığı ve bu krizin giderek derinleştiğinin ifade edildiği söz konusu deklarasyonumuz şu belirlemelerde bulunuyor:
Demokratik kazanımları ve hukukun üstünlüğünü ortadan kaldıran AK Parti iktidarı tam bir otokratik ve baskı yönetimine dönüşmüştür;
Demokratik sistemin olmazsa olmazları olan denge ve denetleme mekanizmaları askıya alınarak, tüm güç ve yetki bir kişide toplanmıştır;
İktidarı eleştiren basın, yoğun bir baskı altına alınmış, siyasal ve demokratik muhalefetin hareket alanı daraltılmıştır;
İktidarın ağzına bakarak karar verir haline getirilen yargı, iktidarın elinde muhalefeti susturan bir alet haline gelmiştir;
Halkın iradesini yok sayan kayyum uygulamaları, binlerce siyasetci, aydın ve yazarın tutuklanması, KHK rejimi ve Olağanüstü Hal döneminde birer padişaha dönüşen vallilerin keyfi yönetimleri devam ediyor;
İzlenen gerilim ve kutuplaştırma siyaseti nedeniyle Batıda yaşayan Kürtlere yönelik saldırı ve toplu katliamlar giderek artıyor;
Devletin Güney ve Batı Kürdistan’a yönelik saldırıları her geçen gün artıyor ve işgal politikası sürüyor;
Daha da derinleşen ekonomik sorunlar, artan enflasyon ve buna bağlı olarak yapılan zamlar sonucu toplum derin bir yoksulluğa yuvarlanmıştır; ve yokluğun içine itilmiştir...
Deklarasyonumuzda, yaşanan tüm bu sorunların temelinde devletin kuruluş felsefesinin, inkar-asimile ve imha anlayışının, Kürd sorununu şiddet kullanarak çözmek politikası olduğu belirtiliyor. Bu nedenle yaşanan çok yönlü sorunların köklü çüzümünün Kürd sorununun çözümüne bağlı olduğu vurgulanarak, Kürd sorununa eşitlikçi ve barışçıl çözüm talebi dile getiriliyor.
Nereden başlamalı?
Deklerasyonumuz sadece sorunları tespit etmekle, sorunların Kürd sorunuyla olan ilişkisini belirtmekle yetinmiyor, aynı zamanda Kürd meselesinin çözümüne ilişkin önerilerimizi de içeriyor.
Hiç kuşkusuz Kürd halkı da diğer halklar gibi kendi ülkesinde özgürce yaşama hakkına sahiptir. Bir başka ifade ile bizim de bağımsız devlet kurma hakkını da içeren kendi kaderini tayin etme hakkımız var.
Ama bunun bugünden yarına gerçekleşmesini beklemek doğru değil. Bu, bir süreç meselesidir. Bu amaca giden yolun ilmik ilmik örülmesi gerekiyor.
Herşeyden önce Kürdler özgürlüklerine kavuşmadan, Türkiye’de demokrasinin, insan onuruna yakışır bir yaşamın olmayacağı gerçeğini teslim etmek gerekiyor.
Öte yandan demokratik, insan hak ve özgürlüklerine saygılı bir siyasi yapının, sorunların, özellikle de Kürd sorununun barışçıl çözümüne yardımcı olduğu da bir gerçektir. Bir başka ifade ile “Kürd meselesinin eşitlikçi çözümü ile Türkiye’de demokrasiyi inşa süreci önemli oranda birbirine bağlanmıştır.”
Bu noktada atılması gereken adımlar Deklarasyonumuzda şöyle dile getiriliyor:
Kürd kimliği ve Kürdistan gerçeği tanınmalı ve anayasal güvenceye kavuşturulmalıdır;
Kürd dili resmi dil statüsü kazanmalı, Kürdistan’da eğitim dili olarak kabul edilmelidir;
Kürd ve Kürdistan ismiyle her türlü örgütlenme ve faaliyet serbest kılınmalıdır;
Kürdistan’da ismi değiştirilen tüm yerleşim birimlerinin, coğrafik ve tarihi yerlerin Kürdçe isimleri iade edilmelidir;
Mezarları yok edilen tarihi Kürt şahsiyetlerin mezarlarının yerleri açıklanmalı, geçmişte Kürt halkına yapılan mezalimden dolayı özür dilenmelidir;
Kürdistan’da sürüp giden askeri operasyon ve yığınaklar son bulmalı;
Siyasi tutuklular serbest bırakılmalı;
Kürdistanlı partilere dönük açılan kapatma davaları sonlandırılmalı;
Türkiye’nin Irak, Suriye ve İran’da yaşayan Kürtlere karşı izlediği hasmane tutumdan vazgeçerek onlarla dostça ilişkiler geliştirmeli.
Fırsatları kazanıma çevirmek elimizde
Türkiye’de Kürdler bugüne kadar siyaset arenasında bir nesne olarak görüldüler. Kürdlerin desteğine ihtiyaç duyan kesimler iktidara geldiklerinde Kürdlere verdikleri sözleri unuttular, “müesses nizamı”n gereklerini yerine getirdiler.
Ama bugün durum farklı. Mücadelesi ve ödediği bedeller sonucu Kürdler artık bir nesne değil, dikkate alınması gereken bir aktör. Yapılan kamuoyu yoklamaları bunu gösteriyor, analistler ve akademisyenler bu gerçeği dile getiriyorlar. Klasik değimle kürdler “kilit” konumunda. Anahtar artık bizde; bu tarihsel fırsatı kazanıma çevirmek de elimizde...
“Sed rahmet kefendizên berê” demek istemiyorsak, bugüne kadar olduğu gibi gelenin gideni aratmasını istemiyorsak yapmamız gereken belli: Ortak ulusal-demokratik hedefler etrafında çok sesli, çok renkli yurtsever bir yapı oluşturmak.
Üçüncü Kongremiz, 2. Konferansımızın kararları ve yayınladığımız “Özgürlük, Demokrasi ve Barış İçin Acil Çözüm Çağrısı” Deklarasyonu’nun ışığında yeni döneme ilişkin yol haritasını belirleyecek, buna ilişkin kararlar alacak ve bu kararları hayata geçirecek yeni yönetimini seçecek.
Tarihsel misyonu gereği Kürd halkının kendi kaderini tayin hakkını elde etme hedefiyle yola çıkan, günümüzde Türkiye’de demokratik, özgürlükçü ve evrensel insan haklarına saygılı bir yapının taşıdığı önemin bilincinde olan Partimiz, bu konuda üzerine düşün sorumluluğu yerine getirecek, Kürdler arasında yurtsever temelde işbirliğinin oluşması için gereken fedakarlığı yapacaktır.
23 Eylül 2022