Türkiye’nin yaşadığı krizin ekonomik, siyasal, toplumsal, ahlaki çok yönlü ve topyekûn niteliği konusunda yaygın bir kabul var.
Nispi demokratik kazanımların,
hukukun üstünlüğü ve yasallık ilkesinin askıya alındığı; kontrolsüz, keyfi ve
otoriter bir rejimden söz ediyoruz.
Son dönemde daha da derinleşen
ekonomik sorunlar, artan enflasyon ve kontrolden çıkan zamlar toplumu derin bir
yoksulluk ve yokluğun içine itmiştir.
Yaşanan ve her geçen gün
katmerleşen sorunlar yumağı toplumu cinnet noktasına getirmiştir. Bu kaotik tablonun
sonucu her gün kadınlar katledilmekte, gençler ve okumuş insanlar can havliyle
yurt dışına kaçmakta, gelecek umudunu yitiren insanların sayıları artmaktadır.
Her yönüyle çok sarsıcı toplumsal
bir çöküşle karşı karşıyayız.
Toplumun canını bu denli yakan ve
yıkıcı sonuçları olan bir kriz geçmişte çok nadir yaşanmıştır.
Burada can alıcı nokta,
Türkiye’deki mevcut krizin Kürt meselesinin çözümsüzlüğü ile bağının pek bilince
çıkartılmamış olmasıdır.
Temel neden Kürt meselesi
Türkiye’yi içerde ve dışarda
derin bir açmazın içine sokan temel faktörün, Kürt meselesinde yüzyıldır süre
gelen inkâr ve şiddet anlayışı olduğu apaçık ortadadır.
Kürt halkının varlığını,
kimliğini, ulusal haklarını inkâra yöneldiğiniz andan itibaren zaten
demokrasinin, özgürlük ve eşitlik ilkelerinin ruhuna Fatiha okumuşsunuzdur.
Türkiye’nin bir bölgesinde, örneğin Kürdistan’da demokrasiyi, temel hak ve
özgürlükleri askıya alarak ülkenin geri kalan kısmında demokratik yaşamı sürdüremezsiniz.
Kürt halkının ulusal demokratik
haklarını bir “beka sorunu” olarak kodladığınız anda eliniz şiddet aygıtlarına mahkûmdur.
Bu noktadan sonra çatışma/savaş mantığı hükmünü icra eder. Askerin eli
güçlenir, militarizm hayatın bütün alanlarına damgasını vurur. Savaşın ise demokratik olanı henüz icat
edilmemiştir. Savaşın hüküm sürdüğü bir iklimde demokrasi, özgürlük ve eşitlik
ilkeleri teferruattan sayılır. Cari
politikaları eleştiren basının ve aydınların sesi kesilir, muhalefet bile
gereksiz hale gelir. İktidarı eleştiren muhalefetin terör işbirlikçisi olarak yaftalanması
işten bile değildir.
Peki, süregiden şunca askeri
operasyonların bir ekonomik maliyeti yok mudur? Uçaklar hamasetle uçmadığına, silahlar
sloganlarla iş görmediğine göre bu işin bir şekilde finanse edilmesi gerekir. Bu ise benim, senin, onun ekmeğinden, aşından,
sağlığından, eğitiminden kısılarak sağlanmak zorundadır. Diğer yandan bu denli yoğun
askeri harcamaları karşılamak bakımından ülkenin kaynakları sınırlı ve kullanma
limitleri vardır. O limitleri aştığınızda karşılaşacağınız tablo bugün
yaşadığımız can yakan yokluk ve yoksulluğun ta kendisidir.
Çatışma ve savaşın yaşandığı bir
iklimde sadece demokrasi rafa kalkmaz ve ekonomik kaynaklar heder olmaz; aynı
zamanda insani, ahlaki ve vicdani değerlere de yer kalmaz. Eski Dışişleri
Bakanı Sabri Çağlayangil anılarında, 1937 yılında Dersim’de çoluk çocuk, kadın
ve yaşlıların mağaralarda böcek ilaçlarıyla nasıl imha edildiğini bütün çıplaklığıyla
anlatmamış mıydı? “Terörle mücadele”
adına Roboski’de 34 Kürdün uçaktan atılan bombalarla katledilme hikâyesi ise
hala çok taze.
Bu tablodan çıkartılacak sonuç açık
ve nettir. Türkiye’nin bir kısmında temel insan hak ve özgürlükleri askıya alınırken,
ülkenin geri kalanında demokrasi inşa edilemez. Kürdistan on yıllar boyunca Olağanüstü
koşullar altındayken, Türkiye’nin batısında huzur ve istikrar söz konusu olamaz.
Başka bir ifadeyle Kürtlerin özgürlüğü ile Türkiye’nin demokratikleşmesi büyük
ölçüde iç içe geçmiş durumdadır.
Bu açıdan mevcut kısır döngüyü
aşmanın yolu Kürt meselesinin adını doğru koymaktan geçer
Kürt meselesinin doğasını kavramak
Türkiye’nin yüz yıla yakın bir
zamandır Kürt meselesinde izlediği inkâr ve bastırma politikasıyla gittiği yer,
bugün geldiği yerdir ve hiç de iç açıcı değildir.
Kürt meselesi, Kürt halkının en
temel ulusal, demokratik insani haklarının gasp edilmesinden kaynaklanan bir
meseledir. Kürtler çok eski bir tarihe, zengin bir dil ve kültüre sahip
özgürlüğüne düşkün bir millettir. O da her millet gibi kendi ülkesinde özgür,
onurlu ve refah içinde yaşama hakkına sahiptir.
Kürt halkının varlığının
anayasada kabul edilmesi, Kürtçenin eğitim ve resmi dil olarak (Türkçe ile
birlikte) tanınması, Kürtlerin kendi kimliğiyle özgürce örgütlenebilmesi hem
meşru hem de evrensel hukuk ilkelerine uygundur.
Kürt meselesinin Ortadoğu’da dört
ülkeye yayılmış boyutunu görmek ve anlamak da meseleyi yerli yerine koymak
bakımından önemlidir.
Başka bir ifadeyle Türkiye’nin
yüzyıllık inkâr, şiddet ve kriz sarmalından kurtulması için Kürt meselesinin
adını doğru koymakla işe başlanabilir.
Demokratik ve çoğulcu bir anlayış gerekli
Türkiye daha şimdiden 2023
Haziran ayında yapılacak parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin gergin ve
yoğun atmosferine girmiş durumda.
Muhalefet bloku, Türkiye’de Güçlendirilmiş
Parlamenter Sistemi inşa hedefi altında yoğun bir görüşme ve propaganda
kampanyası yürütmesine karşın, gelecek için net bir proje ortaya koymak ve güven
vermekten uzak.
İktidar bloku ise palyatif
adımlarla yoksulluk ve açlıkla boğuşan kitleleri rahatlamaya çalışırken, diğer
yandan kaybettiği Kürt oylarının bir kısmını geri almak için belirli hamleler
içinde. Cumhurbaşkanı Erdoğan yeni bir anayasa yapmak için muhalefete çağrıda
bulunuyor, ancak buna ilişkin açık ve net bir irade ortaya koyamıyor.
Bu zihniyetle Türkiye mevcut
girdaptan kurtulamaz.
Türkiye’nin içine sokulduğu çok
yönlü ve yapısal kriz palyatif ve seçim odaklı hesaplarla aşılamaz. Temel hak
ve özgürlükleri günü birlik iktidar hevesleri için araçsallaştırmak topluma
yapılacak en büyük kötülüktür.
Bugün ihtiyaç duyulan şey köklü,
demokratik, çoğulcu ve kapsayıcı bir siyasi anlayıştır.
Demokrasi ve değişimden yana en
geniş bir ittifakla sürece müdahale etmek yakıcı bir görevdir.
Türkiye’nin önünde bekleyen en
önemli adım yeni, demokratik ve çoğulcu bir anayasayı toplumsal uzlaşı
temelinde yapabilmektir. Kürt halkının ulusal demokratik haklarını güvence
altına alacak özgürlükçü, evrensel hukukun normları ve ruhunu esas alan, âdemi
merkeziyetçi/federatif bir anayasa…
Türkiye ancak bu şekilde
demokrasi ve barış yoluna girebilir, ekonomik kalkınma ve hukuk devleti
alanında mesafe katedebilir.
Geçmişten çıkartılacak tek ders, Kürtler özgür değilse, Türklere de ekmek ve demokrasi yoktur.
Bayram Bozyel
PSK Genel Başkanı