Lozan antlaşması miadını
doldurmuştur.
Acil görev Kürt halkının varlığını
tanıyan yeni bir anayasa yapmaktır.
Biz, aşağıda imzası olan partiler,
Diyarbakır’da düzenlediğimiz Lozan Antlaşmasının 100. Yılında Kürtler ve
Kürdistan Konferansında vardığımız sonuçları saygıyla kamuoyuyla paylaşıyoruz.
Bu
yıl Lozan Antlaşması’nın 100. Yılı!
Birinci
Paylaşım Savaşı’nın ardından, emperyalist devletler ile sömürgecilerin
aralarında uzlaşıp Kemalistleri de katarak, halkımızın iradesini hiçe sayıp,
Kürdistan’ı dörde parçalamalarının üzerinden yüz yıl geçti. 24 Temmuz 1923
Lozan Antlaşması, halkımız için karanlığın, sonu gelmeyen baskı, soykırım ve
zulümlerin adıdır. Halkımızın temsil edilmediği ve iradesinin yok sayıldığı
Lozan Antlaşması’nı tanımıyoruz ve bu antlaşmayı imzalayıp uygulayanları
şiddetle kınıyoruz.
Lozan
Antlaşması sadece Kürt milletini meşru ulusal demokratik haklarından ve devlet
imkanından mahrum etmekle kalmadı. Aynı zamanda Ortadoğu’da düşmanlık ve nefret
tohumlarını ekerek yüz yıllık bir istikrarsızlık, savaş ve çatışma dönemine yol
açtı.
Osmanlı
İmparatorluğu’nun dağılma sürecinde din kardeşliği adına Kürtlerin desteğini
isteyen, kurulacak devletin Türklerin ve Kürtlerin ortak devleti olacağını
söyleyen, Lozan’da Türkleri ve Kürtleri temsil ettiğini ifade eden Kemalistler,
Lozan Antlaşması’nın imzalanmasından hemen sonra bütün sözlerini unuttular. Lozan Antlaşması’nın 38-39. maddelerinde yer
alan dil haklarını bile yerine getirmediler. Lozan Antlaşması’yla varlığının
resmen tanınmasını sağlayan Ankara hükümeti, üç ay sonra 29 Ekim 1923’te
cumhuriyeti ilan etti. Cumhuriyetin ilanı Kürt halkına karşı ret ve inkârı yasallaştırarak resmileştirdi. Türkiye
Cumhuriyeti, üzerinde kurulduğu coğrafyanın çok uluslu, çok kültürlü, çok dinli
yapısı yok sayılarak, Türklük temelinde tekçi ve ırkçı bir temelde kuruldu.
1924
yılında yapılan anayasa Kürt halkının varlığını, dilini ve kültürünü inkâr
eden, Türkiye’de yaşayan herkesi Türk sayan bir vatandaşlık kavramı getirdi.
1925 yılında çıkarılan “Takrir-i Sükûn”
ve peşinden gizlice hazırlanıp uygulamaya koyulan “Şark Islahat Planı” ise Kürdistan’da yüzyıl devam edecek askeri
rejimlerin, Umumi Müfettişliklerin, OHAL sisteminin temelini oluşturdu. Kürt
dilini resmen yasakladı, Kürdistan’ı Kürtsüzleştirme hedefini önüne koydu, bu
amacını gerçekleştirmek için toplu kıyımlar gerçekleştirdi.
Kemalist
rejim, Kürt halkının 1921 Koçgiri’de, 1925 Şeyh Said, 1928-30 Ağrı, Zilan, 1938
Dersim’de ulusal özgürlük için başkaldırı ile direnişlerini katliamlar dahil
her türlü yol ve yöntem kullanarak bastırdı. Kürt dili ve kültürüne karşı yüz
yıl devam eden bir kültürel soykırım politikası uyguladı.
Bu
ırkçı tek tipleştirme siyaseti devlet stratejisi olarak, yüz yıl boyunca farklı
biçimler ve araçlar kullanılarak sürdürülmüş ama özü değişmemiştir.
Bugün
de Kürdistan Federe Bölgesi ile Özerk Rojava’da halkımızın kazanımlarına karşı
saldırılar devam ediyor. Kuzey Kürdistan’da halkımızın iradesi gasp edilerek
yerel yönetimlere kayyımlar atanıyor, Kürdistan partileri kapatılma tehdidiyle
kıskaca alınıyor, siyasi kadrolara karşı kesintisiz operasyonlar sürdürülüyor,
her türlü hukuku hiçe sayan katı bir tecrit politikası uygulanıyor.
Buna
karşın halkımızın ulusal özgürlük mücadelesi kesintisiz devam etti, bundan
sonra da aynı kararlılıkla devam edecek.
Halkımız
dört parçada ulusal özgürlük mücadelesini bütün saldırı ve katliamlara rağmen
aralıksız sürdürdü, sürdürüyor. Kürdistan’ın Güney parçasında halkımız 2005
yılından bu yana federal bir statüye kavuşmuş durumdadır. Kürdistan’ın
Güneybatısında Kürt halkı özgürlük yolunda önemli fırsatların eşiğinde
bulunuyor. Her iki parçadaki kazanımları koruyup geliştirmek ve iç çatışma
ortamlarından uzak durmak hayati düzeydedir.
Doğu
ve Kuzey Kürdistan’da da halkımız ulusal kurtuluş mücadelesinde önemli mevziler
kazandı. Bu iki parçadaki mücadeleyi kazanımlarla sonuçlandırmak için ulusal
ittifakı kurmak ve büyütmek temel bir görev ve sorumluluktur.
Öte yandan Kürt karşıtı inkâr ve asimilasyon anlayışı sadece
Kürt halkına büyük zararlar vermekle kalmadı, aynı zamanda Türkiye’nin
demokratikleşme süreci de bu anlayıştan olumsuz yönde etkilendi. Türk devleti
Kürtlere karşı şiddete başvurduğu her dönemde ordunun siyaset üzerindeki etki
ve vesayeti arttı, şovenizm dalgası yükseldi. Bu durum Türkiye’nin çağdaş bir
toplum olma yönündeki ilerleyişini engelledi. Bütün bu nedenlerle Türk ordusu
her bir on yılda askeri darbe gerçekleştirerek yönetime el koydu.
Türk devleti aynı zamanda bütün Kürt başkaldırılarını kendi
muhalefetini ezmek için kullandı. Türkiye’de demokratik hareketin gelişmesi ve
toplumun örgütlenmesinin önünü kesti. Bu ise Türkiye’de siyasal yapının otoriterleşmesine,
ırkçılığın yükselmesi ve toplumsal kutuplaşmanın artmasına neden oldu.
Gelinen aşamada Türkiye izlediği Kürt karşıtı şiddet ve
çatışma politikası nedeniyle çok yönlü ve derin bir krize girmiştir. Ekonomik
yapı iyice çökmüş, siyasal sistem tıkanmış, ahlaki değerlerde büyük bir
yozlaşma söz konusudur.
Sadece son 40 yıldaki çatışmalı ortamdan dolayı 4 trilyon
dolar para harcanmıştır. Söz konusu dev kaynak savaş, silah ve şiddet anlayışı
için tüketilmiştir. Söz konusu kaynak Türkiye’nin yıllık milli gelirinin beş
katından daha büyüktür.
Kürt meselesinin çözümsüzlüğü hem Türkiye hem de Orta
Doğu’da siyasi istikrarsızlığı derinleştirmektedir. Yüz yıllık deneyler
gösteriyor ki Kürt meselesi barışçıl ve eşitlik temelinde çözülmediği sürece
bölgede barış, istikrar ve refah sağlanamaz. Türkiye ve bölgede Kürt
meselesinin çözümü barış ve istikrarın anahtarı durumuna gelmiştir.
Kürt halkına karşı yüzyıllık tarihi haksızlık artık son
bulmalıdır.
Her halk gibi Kürt halkının da kendi ülkesinde özgür ve
onurlu bir şekilde yaşama hakkı vardır. Bu hak uluslararası evrensel hukuka
uygundur, kalıcı barış için olmazsa olmaz bir koşuldur.
Gelinen aşamada Kürt halkının varlığının inkârı üzerine
kurulu, Kürt karşıtı tekçi rejim miadını doldurmuştur.
Türkiye’nin çok uluslu, çok kültürlü, çok dinli ve inançlı
yapısına uygun çoğulcu, ademi merkeziyetçi, demokratik bir sistemin kurulması
yakıcı bir ihtiyaç halini almıştır.
Bu ise her şeyden önce yeni bir toplumsal
sözleşme anlamına gelen yeni bir anayasa yapımı ile mümkündür.
Kürt halkının millet olmaktan kaynaklanan
ulusal demokratik hakları bir bütün olarak güvence altına alınmalıdır.
Yapılacak yeni anayasada;
-Kürt halkının varlığı ve kimliği resmen
tanınmalı,
-Kürt dili anaokulundan üniversiteye kadar
eğitim dili olarak kabul edilmeli ve Türkçenin yanı sıra ikinci resmi dil
olarak tanınmalı;
-Kürtlerin, Kürt ve Kürdistan isimleriyle
özgürce örgütlenmeleri ve kendilerini ifade etmelerinin önünü açan demokratik
bir zemin oluşturulmalı;
-Kürt halkına, Kürdistan’da kendi kendisini
yönetmesine imkân verecek bir statü tanınmalıdır.
-Kürdistan’da ismi değiştirilen yerleşim
birimlerinin, coğrafik ve tarihi yerlerin Kürtçe isimleri iade edilmeli;
-Mezarları yok edilen ya da gizlenen tarihi
Kürt şahsiyetlerin mezar yerleri açıklanmalıdır;
-Böylece Kürt halkının diğer haklarla bir
arada, eşit, özgür ve onurlu bir şekilde yaşaması yasal ve toplumsal güvence
altına alınmalıdır.
Kürdistan’da yaşayan Kürt, Ermeni,
Asuri-Süryani, Keldani, Arap, Azeri, Türkmen halklara; Alevi-Sünni, Hıristiyan,
Musevi, Ezdi gibi din ve inanç kesimlerine karşı izlenen inkârcı ve baskıcı
anlayış son bulmalı. Kürdistan toplumundaki etnik, dini, kültürel farklılıklar
ve çoğulculuk bir zenginlik olarak anayasal güvenceye kavuşmalıdır.
Bunun için ilk görev Kürt siyasi
aktörlerine düşmektedir. Bilinmelidir ki özgürlük bahşedilmez, bunun için çağa
uygun bir mücadele anlayışı ve ulusal stratejiye ihtiyaç var.
Bugün Kürt halkı için ulusal
özgürlüğün biricik anahtarı geniş kapsamlı bir ulusal birlik, diyalog ve
dayanışmadır. Unutmayalım ki Kürt halkı, yüz yıl önce esas olarak ulusal
ittifak kuramadığı için Lozan sürecinde kaybetti. Yaşadığımız 21. Yüz yılı;
ulusal ittifakı kuran, dost halkasını genişletip düşman halkasını daraltan
politikalarla kazanabiliriz. Bu politikalarla Kürt siyaseti, ulusal özgürlüğün
önündeki engelleri aşıp fırsatları kullanabilir ve Lozan Antlaşmasını hükümsüz
kılabilir.
Geçen
yüzyılın başında Kürdistan’ın ikinci defa parçalanıp Kürt halkının statüsüz
bırakılmasında önemli rol oynayan ve Lozan 1923 Antlaşmasını imzalayan başta
Britanya ve Fransa olmak üzere imzacı devletleri Lozan Antlaşması ile Kürt
halkına dayatılan tarihi haksızlığa son vermeye çağırıyoruz.
BM,
Avrupa Konseyi, AB ve diğer uluslararası kurumları halkımızın Kendi Kaderini
Tayın Etme ve Lozan cenderesini aşma mücadelesine destek vermeye davet
ediyoruz.
Kürt
halkı önümüzdeki yüz yılı, başta, Türk, Fars, Arap halkları olmak üzere bölge
halklarıyla her alanda eşitlik hukuku temelinde birlikte yaşamak istiyor. Ret
ve inkâr sürdürülerek değil, ülkesiyle, ulusal kimliğiyle tanınarak ve eşit
siyasi, coğrafik statüye dayalı zeminde birlikte yaşam koşullarının yaratılması
için mücadele veriyor.
Türkiye
devletine de çağrımız şudur; Kürt halkının inkârı üzerine kurulan mevcut düzen
sürdürülemez. Mevcut düzen sadece Kürtlere büyük haksızlıkları reva görmekle
kalmamış, Türk halkına da yaşamı cehenneme çevirmiştir. Kürt halkı özgürleşmeden Türk halkının da
özgürleşmeyeceği deneyimlerle sabittir. Gelin savaş ve inkâr siyaseti yerine Kürt
meselesinin barışçıl ve demokratik çözümü için yeni bir başlangıç yapalım.
Enerjimizi ve kaynakları savaş ve çatışmaya değil, Kürtlerin, Türklerin ve
öteki hakların özgür, onurlu ve eşitlik temelinde bir arada yaşamasına imkân
veren yeni bir anayasa için seferber edelim.
Bu
mümkündür.
Hep
birlikte başarabiliriz.
18/09/2023
PARTÎYA AZADÎ
DEMOKRATİK BÖLGELER PARTİSİ (DBP)
KÜRDİSTAN KOMÜNİST PARTİSİ (KKP)
KÜRDİSTAN SOSYALİST PARTİSİ (PSK)
İNSAN VE ÖZGÜRLÜK PARTİSİ (PİA)
DEMOKRATİK TOPLUM KONGRESİ (DTK)
YEŞİL VE SOL PARTİ (YSP)