Ekim başında MHP lideri Devlet Bahçeli’nin Parlamento açılışında DEM vekilleriyle tokalaşması ile başlayan tartışmalar Bahçeli’nin 22 Ekim tarihindeki grup toplantısındaki konuşmasıyla yeni bir boyut kazandı. Bahçeli grup konuşmasında Abdullah Öcalan’a çağrıda bulunarak “Gelsin, TBMM’de DEM Parti grup toplantısında konuşsun, terörün tamamen bittiğini haykırsın. Bu kararlılığı gösterirse umut hakkından yararlanmasının önü ardına kadar açılsın” ifadesini kullandı.
Bahçeli’nin
bu çıkışı beklenen bir gelişme değildi ve siyasette şok etkisi yarattı. Bu
açıklama devletin bu konuda ciddi hazırlıklarının olduğunu gösteriyor. Zaten
bir süre önce devlet yetkililerinin İmralı’da Öcalan ile görüştüğü ve ayrıca
Öcalan’ın Kandil ile görüştürüldüğü haberi basına sızmıştı.
Bu
açıdan Bahçeli’nin Öcalan’dan PKK’ye silahları bıraktırma çağrısı sürpriz
olmadı, sürpriz olan Öcalan’ı bunun için Meclise davet etmesi ve “umut
hakkından yararlanması” ifadesini kullanması oldu.
Öte
yandan Bahçeli’nin son dönemde yaptığı çıkışların Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın
onayı dahilinde yapıldığına şüphe yok. Türk kesimindeki milliyetçi itirazları
ve olası muhalefeti göğüslemek bakımından Bahçeli’ye özel bir rol verildiği
söylenebilir. Bir adım ileri giderek Bahçeli’nin aldığı inisiyatifin devlet
aklının bir tezahürü olduğu iddia edilebilir.
Şimdi
asıl soru şu; Son 7-8 yılda Kürt meselesinde tümüyle güvenlikçi politikaları abanan
ve her gün “terörün kökünü kazıdığını” iddia eden devleti bu konuda yeniden harekete geçiren faktör ya
da faktörler nelerdir? Sorulacak ikinci soru devletin bu son çıkışla neyi
amaçladığı konusudur.
Erdoğan son
dönemde İsrail’in Türkiye’ye saldırabileceğinden söz ederek söz konusu tehdide
karşı içerde birliğin, iç cephenin pekiştirilmesinin altını çizdi. Bahçeli ise
Erdoğan’ın çağrılarına destek vermekten yola çıkarak son çıkışıyla iktidarın
niyetine biraz daha açıklık getirdi. Bu arada iktidarın yaptığı son çıkışların
anayasa yapımında muhalefetin desteğini almak ve böylece Erdoğan’a bir dönem
daha cumhurbaşkanı adaylığı yolunu açmak olduğunu söyleyenler de yok değil.
Oysa
gerçek başka: Kürt meselesinde izlenen şiddet ve çatışma politikasının
Türkiye’yi içerde ve dışarda derin bir çıkmaza soktuğu apaçık ortadadır. Geçen yüz
yıl boyunca Kürt meselesindeki inkar ve şiddet politikasının yol açtığı yıkım bir
yana, sadece son 7-8 yılda izlenen Kürt karşıtlığı Türkiye’nin enerjisini
tüketerek onu çok yönlü bir krize sürüklemiştir. Bu öyle bir krizdir ki
Türkiye’yi kımıldayamaz hale getirmiştir.
Kürt
kazanımlarına yönelik düşmanca siyaset Türkiye’yi aynı zamanda Suriye, Irak ve bölge
genelinde derin bir açmazın içine sokmuştur.
Türkiye,
Kürdistan’ın diğer parçalarındaki Kürtlerle dostluk temelinde bir diyalog
geliştireceğine, onları karşısına alarak kendi eliyle etrafına bir hasım çemberi
çekmiştir.
Türkiye’yi
endişeye sokan diğer önemli bir etken de İsrail Hamas savaşıyla başlayan ve her
an İran’ı da kapsayabilecek bölgesel bir savaşın yol açacağı bölgesel
sonuçlardır. Daha şimdiden İsrail Hamas ve Hizbullah’a yönelik saldırılarla
İran’ın uzantısı Şii Hilali’ni büyük ölçüde etkisiz hale getirmiştir. Savaşta
İran’daki rejimin hedef haline gelmesi ve bu ülkenin iç siyasi dengesinin değişme
ihtimali de uzak değildir.
Başka
bir ifadeyle giderek genişlemekte olan savaşın Ortadoğu’da mevcut statükonun
çözülmesi ile sonuçlanması kaçınılmazdır. İran’ın Ortadoğu’daki eli ayağının
kırılması bölgede yeni bir güç dengesinin oluşması anlamına gelir ki bu
Türkiye’nin en son istediği şeydir.
Türkiye’nin
temel korkusu İran’ın etkisinin kırılacağı Suriye ve Irak’taki boşluğun Kürtler
tarafından doldurulmasıdır. Süregiden savaşın bu şekilde devam etmesinin
Kürtleri hem Suriye hem de Irak’ta daha etkin bir pozisyona getireceği açıktır.
İran’da bir rejim değişikliği ya da istikrarsızlık benzer bir imkanı İran’daki
Kürtler için de gündeme getirebilir.
Normal
koşullarda bu tür gelişmelerin Türkiye ile doğrudan bir ilişkisi yokmuş gibi
görünüyor.
Ne var
ki mevcut Kürt karşıtı konumu Türk devletini Kürtlerin kazanımlarını tehdit
olarak algılamaya zorluyor. Bu çerçeveden bakınca son günlerde attığı adımlarla
Erdoğan ve Bahçeli’nin ne yapmak istediklerini anlamak daha kolay. Türk devlet
aklı Ortadoğu’da Kürtler lehine ortaya çıkacak olası dinamiği görerek ön
almaya, gelmekte olan tsunaminin etkisini azaltmaya çalışıyor.
Bahçeli’nin
açıklamalarına bakınca, devletin öncelikle Öcalan eliyle PKK’ye silah
bıraktırmaya çalıştığı görülüyor. Devletin Öcalan’dan asıl beklentisinin ise Suriye’deki
Kürt güçlerinin, özel olarak da PYD etkisindeki silahlı güçlerin kontrol altına
alınmasıdır.
Bu
hedefe ulaşmak için Öcalan’ın koşullarının düzeltilmesi dışında devletin ne tür
adımlar atmayı planladığını henüz bilmiyoruz. Öte yandan tek başına Öcalan’ın
etkisinin bu işe yetip yetmeyeceği, konuyla ilgili aktörlerin, örneğin PKK’nin
nasıl bir tutum benimseyeceği belirsiz.
Ancak
deneyimler gösteriyor ki hiçbir inisiyatif başta öngörüldüğü gibi devam etmez.
Kürt meselesi gibi çok aktörlü ve çok katmanlı bir mesele söz konusu olduğunda,
zaman içinde başka aktörlerin devreye girmesi ve gelişmelerin etkisiyle sürecin
rengi ve içeriğinin değişmesi mümkündür. Sürecin startını Bahçeli ve Erdoğan
verseler de sürecin devamında diğer aktörlerin de etkisi ve katkısı olabilir.
Bu
çerçevede bakınca toptan reddiyeci tutumlardan uzak durmak, süreci aktörlerin
niyetinden çok zorunluluklar ve hayatın dayatmalarına göre değerlendirmek
gerekir.
Kürt
meselesi gibi bir meselenin bugünden yarına çözülemeyeceğini biliyoruz. Önemli olan meselenin tarihsel arka planını
ve bölgesel boyutlarını dikkate alan bir perspektifle çözüm çabalarında ısrar
etmektir. Son tahlilde kalıcı bir çözüm Kürt halkının ulus olmaktan kaynaklanan
temel haklarının anayasal güvenceye kavuşması ile taçlandırılmalıdır.
Şiddeti
dışlayan ve sorunları diyalogla, parlamento zemininde çözmeyi amaçlayan girişimler
önemlidir. Bahçeli’nin 1 Ekim’deki çıkışıyla başlayan süreç daha şimdiden Kürt
meselesiyle ilgili bir tartışma zemini oluşturmuş, CHP ve öteki partileri
harekete geçirerek siyasete dinamizm kazandırmıştır.
Bu
süreçte DEM dışındaki Kürdistan partilerine büyük görev düşmektedir. Sürecin
Kürt meselesinin çözümü yönde evirilmesi için Kürd ulusal demokratik güçleri
etkin bir rol oynayabilir. Kürt halkının ilgi ve enerjisini doğru kanalize
etmek, olası istismar girişimi ve provokasyonları etkisiz kılmak için ulusal
demokratik güçler sürece doğrudan müdahil olmalıdır.
Sağlıklı
ve sonuç alıcı bir süreç aynı zamanda Federe Kürdistan Bölgesi siyasi aktörleri
ve uluslararası üçüncü bir gözün katılımını gerektirir.
Kürt
meselesi eninde sonunda hakkaniyet ve eşitlik temelinde çözülmek zorundadır. Bu
konudaki her gecikme çözüm maliyetini artırmak dışında bir şe yaramaz.
Ne kadar
erken çözüme başlansa kardır.
24.10.2024
Bayram Bozyel